Ramazan ayı... Kur'an ve oruç ayı... Hayatımıza teşrif ettiğinden beri içimizde kelebekler uçuşuyor. Belli belirsiz ama hissedilebilen bir sevinç ile hayatımıza devam ediyoruz, biraz yavaşlamış olarak. Modern insanların en büyük özelliklerinden biri de sürekli koşuşturmasıdır. Sanki tabakhaneye bir şeyler yetiştirme telaşı içinde... Durum böyle olunca orucun vermiş olduğu bir ağırlık vesilesiyle daha insani daha tabii bir tavırlarla geçiriyoruz gündelik hayatı...
Büyük bir neşe ve mutluluk kaynağı içimizde tomurcuk tomurcuk patlayıveriyor. Çünkü gökten yağmur gibi rahmet , af ve mağfiret yağıyor. Ne mübarek bir zamandır Ramazan ki insan yaptığı hayırlarla ve ibadetlerle insan olduğunu damarlarına kadar hissediyor.
Konuyla alakalı Peygamberimizin sözlerini okuduğumuzda kendimizi bir başka nasiplilerden hissediyoruz. Mesela cennete oruç tutanların kabul edildiği Reyhan kapısından geçip girmek. Nasıl bir farkındalıktır ki oruç tutanların dışında herkese kapalı.
"Cennet kapılarının açıldığı cehennem kapılarının kapandığı ve şeytanların zincire vurulduğu" beyan edilen bir zaman diliminde içimizi dolduruyoruz. Rahman olan Allah'ın af ve mağfiretinin nişanesi olarak cennetin kapılarını ardına kadar açıp Cennet kokulu insanları katına davet ediyor.
Benim de hep içinden geçer Müslüman bir insan olarak cennetimizin kapılarını açmak, öfkemizi,kızgınlığımızı, nefsimize uymanın kapılarını sımsıkı kapamak. Hele ki şeytanların zincire vurulması çok manidar bir şey. Günahın ağırlığını ruhunda hisseden Her mümin inanarak ve sevabını Allah'tan bekleyerek boğazına kilit vurur. Günah nedir bilmeyenler, haram helal çizgisi göz etmeyenler, ahiretteki hesabı unutanların büyük ihtimalle Ramazan ayı ile da başı hoş olmayacaktır.
Öyle özel bir ibadet ki oruç sadece Allah için tutuluyor, onun rızası gözetliyor. Bu, Rabbimizin çok hoşuna giden bir durum. Hesabını da kendi üzerine almış, meleklere bu konuda sevap yazmayı yasaklamış.
Kul ile Rabbi çok özel bir ilgi ve iletişim içine girmiş oluyor. Gizli bir mekanda ve baş başa... Gönül, ne başkasına kayar akıl ne de başka bir şey düşünür. Sadece Allah CC. ve kulu... Offff... Gel de bu meşkin, bu manevi zevkin tadını tarif et.
Bu zevk içindeyken insanlardan biri söver ya da sataşırsa “ben oruçluyum” cümlesi, kendine bir kalkan olsun; hem nefsini dizginlesin hem de karşı tarafa herhangi bir fırsat vermemiş olsun.
Oruçlu olmanın verdiği mutluluk, iki sevinçle taçlandırılır. Biri iftar ettiğinde Rabbine en yakın bir şekilde bulması diğeri de tuttuğu orucun sevabı ile Rabb’ının huzuruna varması... Rahman’a yakın olabilmek, onu hemen yanında hissedebilmek bir kul için ne kadar büyük bir saadettir.
Kıyaslanabilecek başka bir örneği olmamakla beraber, kişinin hayran olduğu bir siyasetçi, bir sanatçı veya bir futbolcu herhangi biriyle aynı masada yemek yemesi veya fotoğraf çekilmesi kadar özel bir hal...
Oruç tutmak sevap, sahura kalkmak bereket, teravih kılmak ibadet... Tüm bunların yanında bir de oruçluya iftar yaptırmak, onun kazandığı bütün sevabı kendi hanesine de kaydettirmek... Muazzam... Hakikaten burnu yerde sürünsün, böyle rahmet ve bereket ayında kendini bağışlatamayan.
Ama şairimiz Ziya Paşa nasipsizler için söylemiş zaten. "Gökten yağmur yerine inci mercan yağsa Nasipsiz olanın bağına bir damlası düşmez.
Oruçlu adam yalan söylemez, söylememeli asla böyle bir yola tevessül etmemeli. Çünkü sadece Rabbi için kilit vurduğu dudaklarından yalanlar söyleyemez, tuttuğu oruç onu doğruluğa-dürüstlüğe sevkeder. Bu doğruluk da ona cennet bahçelerine vasıl olacak yolları açar.....