Allâh Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem- buyurur: “Mü’minin niyeti (maksat ve ihlâsı) amelinden hayırlıdır.”
Çünkü bunlar, kalbin amelidir. İslâm nazarında da amellerin değeri, onların ortaya çıkmasına sebep olan niyet ve ihlâs ile ölçülür. Yâni bir fiilin ortaya çıkmasında onu yapan kişinin maksadı ne ise, hüküm ona göredir. Nitekim hadîs-i şerîfte bu gerçeği te’yîden: “Ameller, niyetlere göredir.” buyurulmuştur.
Bu itibarla başta ibâdetler olmak üzere bütün hayırlı amellerin, Allâh rızâsı kasdolunarak yapılması asıldır. Bu da, ihlâs ile mümkündür. İhlâs, amelleri sırf rızâ-yı ilâhîyi kasdederek îfâ etmek ve onlar üzerine nefsânî gâyelerin gölgesini düşürmemektir. Beden için rûh ne ise, amel için ihlâs da o mesâbededir. İhlâssız amel, özden mahrûm kuru bir yorgunluktan ibarettir. Bütün amelleri ulvî bir gâyeye bağlayarak ibâdet vasıf ve derecesine yükseltmek kabildir.
Gerçekten Cenâb-ı Allâh’ın diğer mahlûkâtı ile birçok beşerî ve nefsânî fiillerde müşterek kıldığı insanoğlu, bütün fiillerindeki dünyevî, bedenî ve nefsânî tatminkârlığı gâye hâline getirmek gibi bir süfliyetten kurtularak onları ilâhî rızâ maksadının emrine sokabilmek iktidarı ile yaratılışındaki mükemmelliği tezâhür ettirebilir. Bu keyfiyet, Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını, hayâtın umûmî ve nihâî bir gâyesi haline getirmek demektir ki, bütün fiilleri bu gâyeye hizmetleri vasfıyla rûhânîleştirir ve ibâdet seviyesine yükseltir. Uyku, yemek, içmek, evlâd ve mal-mülk edinmek gibi sayısız beşerî davranış, hep rızâ-yı ilâhîyi kazanmaya medar olacak bir mecrâ içinde cereyan ettirilebildiği takdirde hakîkaten ibâdet ve hayırlar kategorisine dâhil edilmiş olur.
Bu husûsda insanın üstün yaratılışına yakışan bir dirâyetle Cenâb-ı Hakk’ın rızâsından gayri bütün emelleri gönülden söküp atmak, müslümanın me’mûr bulunduğu büyük bir kahramanlıktır. Dolayısıyla Allâh katında amellerin makbûliyyetinin asıl şartı, ihlâstır.
İhlâs, Cenâb-ı Allâh’a yakınlaşabilme gâyesiyle her türlü dünyâ menfaatlerinden kalbi koruyabilmektir.
İhlâsın meyvesi ise, ihsândır. Bu da, kulun, sanki Allâh’ı görüyormuş gibi ibâdet ve davranışlarda bulunması ve kendisini her ân ilâhî müşâhede altında hissedebilmesidir.
Allâh’ın mahlûkların amellerinden murâdı ancak kendi rızâsına müteveccih olan ihlâsdır. Âyet-i kerîmelerde buyurulur:
“(Ey Rasûlüm!) Şüphesiz ki Kitâb’ı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dîni Allâh’a has kılarak ihlâs ile kulluk et!..” (ez-Zümer, 2)
“De ki: Ben, dîni Allâh’a has kılarak ihlâslı bir şekilde O’na kulluk etmekle emrolundum.” (ez-Zümer, 11)
Huzûr-i ilâhîden kovulan iblîs:
“Dedi ki: Ey Rabbim! Andolsun ki, beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günâhları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım.”
“Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesnâ!..” (el-Hicr, 39-40)
Âyette ifâdesini bulduğu gibi şeytan, ancak ve ancak ihlâsta zaaf gösterenlere musallat olabilmektedir. İhlâslı kullara ise, hiçbir te’sîri mümkün değildir. Nitekim Cenâb-ı Hakk, şeytanın sözlerine karşılık şöyle buyurmuştur:
“İşte bana varan dosdoğru yol, bu (ihlâslı kullardan olmak yolu) dur.”
“Şüphesiz ki benim kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyet (ve nüfûzun) yoktur!. Ancak azgınlardan sana uyanlar hâriç!” (el-Hicr, 41-42)
“Elbette benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin hiçbir te’sîrin olmayacaktır. (Zîrâ onları) koruyucu olarak Rabbin yeter.” (el-İsrâ, 65)
İhlâs, niyetlerin temiz ve samîmî olmasıdır ki, ibâdetlerin sıhhat ve bereketi buna bağlıdır.
Hazret-i Mevlânâ, ihlâsdan mahrûm bir şekilde ibâdet eden kimselere şöyle seslenir:
“Ey gâfil! Keşke secde ettiğin zaman yüzünü samîmiyetle Hakk’a çevirebilseydin de “Yücelerden yüce olan Rabbim, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir.” demenin mânâsını bilebilseydin, yâni sırf şekil secdesi değil de gönül secdesi yapabilseydin!..”
İhlâssız ibâdetler, ortaklar ve kirlerle doludur. O halde ibâdetleri saflaştırıp ulvîleştirecek olan sır, ihlâsla kaimdir. Aksine hali âyet-i kerîme ?öyle ifâde eder:
“Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, namazlarını ciddiye almazlar ve gösteriş için yaparlar!..” (el-Mâûn, 4-6)
İhlâs, amellere Hakk rızâsından başka şeylerin ortak edilmesinden kalbi muhâfazadır. Ancak bu maksadla gerçekleştirilmiş olan ibâdetlere “sâlih amel” denir. Cenâb-ı Hakk buyurur:
“Size onların (hayvanların) karnındaki işkembe pisliği ile kan arasından hâlis bir süt içiriyoruz ki, içenlerin boğazından âfiyetle geçer.” (en-Nahl, 66)
Hazret-i Îsâ, kendisine hâlis amelden soran havârîlerine şu cevabı verdi:
“Allâh için amel edip de bundan ötürü Hakk rızâsından başka bir arzusu bulunmayan şahsın yaptığı amel, hâlis ameldir.”
Dolayısyla ihlâs, amellerin başta riyâ olmak üzere her türlü mânevî kirlerden temiz olmasıdır. Zîrâ riyâ, ihlâsı bulandıran ve onu yok eden en büyük ve tehlikeli müessirdir. Amellerine riyâ karıştıran kimse, gizli şirke düşmüş olur ve azâba dûçâr kılınır.
Allâh Rasûlü -Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem-, buyururlar:
“Amelini ihlâslı yap! (Böyle yaparsan), amelin azı (bile) sana kâfî gelir.”
“Allâh, sizin sûretlerinize ve mallarınıza bakmaz! Fakat sizin (ihlâs ve takvâ bakımından) kalblerinize ve amellerinize bakar.”
Zîrâ Cenâb-ı Hakk, kimin daha çok kimin daha az ibâdet ettiğine değil, kimin daha hâlisâne ibâdet ettiğine, yâni kendi katında değerli olanın ihlâs olduğuna işareten âyet-i kerîmede şöyle beyân buyurur:
“O (Allâh) ki, ölümü ve hayatı hanginizin amel bakımından daha güzel (yâni ihlâslı) olduğunu imtihân için yarattı.” (el-Mülk, 2)
Cenâb-ı Hakk, ameldeki güzelliği, yâni ihlâsı tesbît ve tescîl için kullarını çeşitli şekillerde imtihân eder. Nitekim îmân ettikleri için türlü türlü işkencelere mârûz kalan mü’minler hakkında onların ihlâs ve samîmiyetlerini muhâfaza edip dînî hayatlarında sebâtkâr olmalarını îkâz sadedinde Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurur:
“Elif, Lâm, Mîm. İnsanlar (yalnız) “inandık” demeleriyle bırakılıverileceklerini, kendilerinin imtihana çekilmeyeceklerini mi sandı(lar)?”
“Andolsun ki, biz onlardan evvelkileri de imtihân etmişizdir. Allâh elbette sâdık olanları bilir ve elbette yalancı olanları da bilir.” (el-Ankebût, 1-3)
Ancak ihlâsın mâhiyetini iyi kavramak gerekir. Bir kısım insanların ihlâslı amel yapamama ve riyâ tehlikesi dolayısıyla yaptığı amelleri terketmesi, aslâ doğru değildir. Bu bakımdan yapılan amelleri terketmek değil, onları mümkün olduğunca kalb âlemiyle birlikte hâlisleştirip kemâle erdirmeye gayret lâzım gelir. Çünkü ihlâs yolu, çetinliklerle doludur. Nefsânî temâyüllerle mücâdeleyi gerektirir. Birdenbire ve basitçe ulaşılacak bir netice değildir. Lâyıkıyla ihlâs, beşerî yükselişte bir zirvedir. Zirveye tırmanmak ise, adım adımdır. Bu yolda hem beşerî irâdeyi kullanmak ve hem de Cenâb-ı Hakk’ın lutuf ve keremini niyâz hâlinde bulunmak lâzımdır.