Hicretin 61. yılının 10 Muharrem günü Hz. Hüseyin ve yanında bulunan bir avuç insan (100 civarında) 5000 kişilik Yezid ordusu tarafından kuşatılarak bugün Irak toprakları içerisinde kalan Kerbela’da hunharca katledildiler.
Bu normal bir cinayet değildi. İslam tarihinde birçok facia var, zulüm var, katliamlar var, belki bunların en büyüğü Kerbela Faciasıdır. Katledilen Peygamberimizin sevgili torunuydu. Onun katli, değil bir peygamber torununa, hiçbir insana, hatta bir canlıya dahi reva görülemeyecek hunharlıkta gerçekleştirilmişti. Kerbelâ, İslam ümmetinin, bütün müminlerin asırlardır dinmeyen ortak hüznü ve kederidir.
Dünyanın neresinde bulunursa bulunsun; mezhebi, meşrebi ne olursa olsun, kalbinde iman taşıyan, Rasulüllah Efendimizi, ashabını ve ehl-i beytini sevip sayıp onlara muhabbet besleyen her müminin ortak acısı ve kederidir. Bu olay Müslümanların hafızasına adeta silinmez bir biçimde kazındı. İnsanlar Kerbela’da olanların hatırasını zihinlerde taze tutmak için çocuklarının adını Hüseyin ve Zeynep koymaktan bir an bile geri durmadılar. Hz. Hüseyin, bütün Müslümanların gönüllerinde yer tutan ortak sembollerden biri olmuştu. Bugün bize düşen, Kerbelâ’yı doğru okumak, doğru anlamaktır.
Küffarın mezhep, meşrep, mektep demeden Müslümanların geleceğini toptan yok etmek için seferber olduğu böyle bir zamanda, Müslümanların ortak sembol ve değerlerinden ilham ve güç alarak geleceği inşaya yönelmekten başka çıkar yol yoktur. Her gün kanayan İslam coğrafyası, ülkemizde her gün verdiğimiz şehitlerimizin kanları, zalimlerin zulmü altında inleyen insanlarımızın ızdırapları, makam/mevki düşkünü insanların halleri, kaybettiği mukaddeslerinin yerini alıp dünyevîleşenlerin içler acısı vaziyetleri, Kerbela’da yaşananlardan/yaşatılanlardan farksız mı? Acıyı tazeleyip gözyaşı dökmekten ziyade Müslümanların birliği, parçalanmanın sebepleri, tefrikanın verdiği zararlar üzerinde durulmalıdır.
İhanet eden “Kûfe’liler” var oldukça, ‘Hüseyinler’i bitmez bu dünyanın.
Hz. Hüseyin’in matemini yaşatma, onun hatırasını canlı tutma adına, kendini zincire vurmalar, zincirle dövme ve dövünmeler, karalar giymeler, vs. Bu ve benzeri merasimlerin en tehlike arz eden tarafı, ‘meşrûiyet kazanması’na sebebiyet vermesi. Asıl tehlike burada! 950 sene yaşayan ömrünü ‘İslam’a davet’e vakfeden bir peygamberin, yediklerinden mülhem kuş üzümünden, narına, cevizinden diğer malzemelere varıncaya kadar yapılmış aşure mi ön planda, yoksa dinini yaymak için karada gemi yapan bir Peygamberin davası için parçalanması mı? Vesileler, gayelerle karıştırılmamalı, esaslar, tali şeylerle yer değiştirilmemeli, âdetler ibadetleştirilmemeli.Hükümler örfe feda edilmemeli. Dinimiz, akidemiz mutlaka ama mutlaka ciddiye alınmalı.
Hz. Hüseyin Efendimizle ilgili olayları değerlendirilirken,vahye ve Sünnete dayanmamaktan kaynaklanan ölçüsüzlük; tahrifat ve tahribatla da akideyle düşünceye de bulaşmıştır. Bu bulaşıklık, saltanatçı güçler ve onları destekleyip onların emrine giren ulema tarafından meşrulaştırıldı, kurumlaştırıldı. İlminin hakkını verebilecek, dünyevîleşmemiş, celâdet ve cesaret sahibi âlimlerimizden mahrum oluşumuz, her devirde bitmeyen derdimiz olmuştur. Din anlayışı da Allah Rasulü’nün ve Ashabının yaşadığı İslam değildi. Adalet ve istişare, yerini zulme dayalı bir siyaset anlayışına bıraktı. Çalkantılar, adalet ve istişareyi unutmalar, hilafeti zorla ele geçirerek saltanata dönüştürmeler, ortaya çıkan hiziplerle gelen siyaset kaynaklı akîdevî ve fıkhî ihtilaflar. İhtilafların kavgaya, kavganın savaşa dönüşmesi. Unutulan “savaş ahlakı” ve sonucunda meydana gelen entrikalar, zulümler, işkenceler. Bütün bu olanlar; Hz. Hüseyin Efendimizin şahsında yaşananları tefekkürle tahlil edip ibret almayı, ders çıkarmayı gerektirmektedir.
Hz.Hüseyin çizgisinin özelliği; örnek mazlûmiyeti, fedakârlığı, adaleti, birliği-beraberliği, muhabbeti, hakkı, hakikati, hikmeti, cesareti, şahadeti, izzeti ve kıyamı temsil etmesidir. Yezidin çizgisinin özelliği ise; hırsı, ihtirası, saltanatı, zulmü, hileyi, zulme rızayı temsil etmesidir. Herkes farkında olarak veya olmayarak bu iki çizgideki yerini alıyor. Bulunduğu yer ve konuma göre hareket ediyordu. Onun için iyi tahlil edilmeli.
Bugünün dünyasındaki fitne, zulüm, ‘devlet despotizmi’, makam-mevki sarhoşluğu, lüks ve israf, debdebe içinde yaşanan hayat tarzları, bütün bunların elde edilmesi için feda edilen ‘kutsal’lar, dünyevîleşme hastalığı, her türlü hercümerç. Hz. Hüseyin Efendimizin en büyük gayesi, kendisinden sonra yeni Kerbelâlar yaşanmamasıdır. Şahadetinden önce yaptığı şu duasıyla da, akan kanının ‘kardeşliğimizin temini’ne vesile teşkil etsin ister. Bizler için de ders niteliğindedir. “Yüce Rabbim! Eğer gökten yüce merhametinle bana güç ve kuvvet indirerek düşmanlarıma karşı zafer ihsan etmeyeceksen, benim şahadetimi Muhammed ümmetinin hayrına ve kurtuluşuna vesile kıl! Allah’ım! Ben zulme, haksızlığa, dayatmaya karşı hak-hakikat adına yürüdüm. Gerekirse bu uğurda canımı vereyim. Rabbim! Eğer galip gelmeyeceksem, sırtım yere düşecekse, hak dava uğruna akan kanımı bir hayrın, Müslümanların silkinişinin ve güçlenmesinin sebebi kıl!” Hüseyin Efendimiz, ‘Hayat, iman ve cihattır’ buyuruyor, ‘zillete düşenlere yazıklar olsun!’ diye haykırıyordu. Biz de şu âyeti, mealiyle (11 Hûd 113) beraber hatırlatıyoruz. “Zulmedenlere meyletmeyin. Yoksa size de ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra size yardım da edilmez.”