Acılar paylaşılmıyor, acıların resmi paylaşılıyor… Acılara tuz, biber ekiliyor…
Yardım etmiyor, yorum yapıyor… Sosyal medyadaki yorumuyla yüreğine su serpiyor…
Vicdan ayağa kalkmıyor, vicdan rahatlatıcı birkaç paylaşımla teselli oluyor…
Sosyal medya bizi duyarsızlaştırıyor… Her türlü acıya, yanlışa, yalana, yozlaşmaya alıştırıyor… Alıştıkça arsızlaşıyoruz… Acımasızlaşıyoruz… Tepkisiz kalıyoruz…
Sosyal medya bağımlılığı gerçek hayattaki sorumluluğumuzu, duyarlılığımızı zamanla bozuyor…
İnternette beğeni alma peşinde olan bir insan bir başkasının derdi ile ne kadar ilgilenebilir? Artık ötekisi umurumuzda değil…
Düşünün bu toplum ne hale geldi?
İntihara kalkışan birine “Atla, atla” diye tempo tutan, intihar anını kayda geçip “paylaşmak” için sabırsızlanan yığınların ruh halini nasıl tanımlayacağız?
Belki de intihar edenin halinden daha acınası bir paranoya ile karşı karşıyayız…
İnsanlığın bittiği yer…
Olay sadece davranış bozukluğu mu yoksa insanlıktan sıyrılma sefaleti mi?
Ve hemen anında haberleştirme ve anında paylaşma telaşı…
Gerçekten n’oluyoruz?
Aslında şunu sormak istiyorum; internet diğer ismiyle sosyal medya bize ne kattı, bizden ne aldı?
Sosyosanal sınavda en çok merhamet ve mahremiyetimizi kaybettik…
Hâlbuki biz merhamet ve mahremiyet için vardık…
Unutmayalım ki; mahremiyeti ve merhameti olmayana saygı da olmaz…
Bu sinsi ve siber saldırılara karşı kendimizi ve neslimizi savunmak zorundayız…