Recep Tayyip Erdoğan, eğer çalmak ve hırsızlık yapmak isteseydi, en kralını yapardı. Yapmadı, çalmadı.
Ekonomiden ve paradan az çok anlayan herkes bilir ki, çalmak isteyen kişi banka soymaya kalkmaz, banka kurar. Milletin bankalara yatan paralarını zimmetine geçirir, milletin bağışlarını bankaya dönüştürür, o banka ile de kendi yandaşlarını ihya eder.
Bunun bir çok örnekleri var...
Türkiye'nin son yüzyılında en büyük hırsızlıklar kamu bankaları dışarıdan güçlü gösterilip içi soyularak ve içi boşaltılmak suretiyle yapıldı.
Türkiye'de halen üç kamu bankası var; Ziraat Bankası 1863'te, Halk Bank 1933 ve Vakıfbank 1954 yılında kuruldu.
Bu üç kamu bankası son 50 yılda ne kadar bilanço faaliyet zararı veya görev zararı yazdı biliyor musunuz?
Daha öncesi de var ama sadece son 50 yılda, bu kamu bankaları her yıl ortalama 4 milyar dolara yakın bir zarar yazdı.
Yılda 4 milyar dolar, 50 yılda tam 200 milyar dolar eder... Bu kemiksiz bir rakamdır. Bu enflasyon görmemiş, o zamana ait net bir rakamdır. Ve bu rakam diğer kamu kuruluşlarının soyulmasının yanında madalyonun sadece yarım çeyreklik yüzüdür.
Her yıl 4 milyar dolar bugünün parası ile yaklaşım 65 milyar Türk Lirası eder.
Türkiye'nin son 50 yılında, eski telaffuzla her yıl 65 katrilyon lira, devlet kasalarından buharlaşmadı... Birilerinin cebine transfer oldu... Bakan ve milletvekili tavsiyeleriyle çekilen krediler geri ödenmedi. Başka şirketlere aktarılıp, o paralarla holdingler kuruldu. Sadece Koç Holding'e ait Tofaş'ın devletten aldığı paralar dolara çevrildiğinde tam 4 tane Koç Holding ediyor. TÜSİAD'ın temelini oluşturan şirketler böyle kuruldu. Kamu şirketleri arpalık olarak yönetildi, karı özel sektöre zararı devlete yazıldı. Paralar kamu bankalarından karşılandı ve buna da görev zararı denildi.
2006 yılına gelinceye kadar olan son 50 yılda, her yıl 65 katrilyon para hortumlandı bu milletin cebinden...
Kamu bankaları sadece 2001 yılında 21 milyar dolar zarar yazdı. Yani bugünün değeri ve eski telaffuzla 340 katrilyon para ne oldu biliyor musunuz? Ecevit, Mesut ve Bahçeli'nin yandaşlarına dağıtıldı... Bahçeli kısmına itiraz edecek olan olursa şu İP'li Koray'ı incelesin.
Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti öncesinde, üçlü koalisyon hükümeti tam 22 bankaya sadece hortumlandığı için mi el koydu sanıyorsunuz?
Lütfen araştırın ve iyi anlayın.
Özel sektör gördü ki; bürokrasi devlet bankalarını soyuyor, birilerine peşkeş çekiyor ve içini boşaltıyor, kendi bankasının içini boşaltmaya başladı. Çünkü sıra kendilerine gelmeden erken davranmaları gerekiyordu. O zamanın otoritesi bu bankaların hepsine battığı için el koymadı; kimilerinin kasalarındaki paraya da el konulması gerekiyordu. Sümerbank mesela mali durumu çok iyiydi, kasası büyüklüğünün iki misli devlet hazine tahvili ile doluydu. Batan ve hortumlanan bankalar elbette vardı ama mesela Esbank ve Yaşarbank da benzer durumda olukça iyi bir mali yapıdaydı. Ayrıca Uzanların İmar ve Adabank yolsuzluklarına hiç dokunulamamıştı. Mesut'un Tekstilbank'ı ve Aydın Doğan'ın Dışbank'ı, bizzat biliyorum, maaş ödeyemez duruma gelmişti ama onlar kollandı, el konulmadı.
Recep Tayyip Erdoğan çalmadı... Çalsaydı, devletteki sistematik soyguna o da devam ederdi.
Bu bahsettiğim 3 kamu bankası 2006 yılından itibaren kar etmeye başladı. Bu bankalar, üstelik her yıl ortalama 2,5 milyar dolar üzeri kar etti.
2006 yılından bu yana her yıl 2,5 milyar dolar... 16 yılda 650 milyar Türk lirası eder. Bu para devletin hizmetleri yerine üç beş zenginin kasasına girer ve geri dönmezdi.
"Hırsız var" diye bağıranlar, aslında hırsızlık olduğu için değil devletin kasasından çıkan paralar, o kasaya geri döndüğü için bağırıyorlar. Kendileri uzanamadıkları için o paraya "murdar" demek istiyorlar.
Son 15 yılda bu üç kamu bankasının karı ile önceki hükümetlerce hortumlanmış ve artık yok kabul edilen, çalışanın maaşından kesilen Tasarrufu Teşvik Fonu ve Konut Edindirme Yardım paraları maliyeti 120 milyarı geçen bu millete geri ödendi.
İMF'ye olan borç temizlendi. İMF önemliydi. Çünkü İMF'den alınan para devlete gelmiyordu. Mesela sözleşme imzalanmıştı. İMF'den alınacak paranın 300 milyon doları nüfus planlamasına harcanacak ve bunun için de filanca marka prezervatif alınacaktı. Bu da oldu. İMF'den borç alınan para ile tam 300 milyon dolarlık filanca marka prezervatif alındı ve uçaklarla bu millete dağıtıldı. Recep Tayyip Erdoğan işte İMF borcunu bitirerek buna benzer rezaletlere son verdi.
Dün devlet memuruna maaş ödeyemez durumda iken ve deprem yardım paraları ile maaş ödenmişti. Büyük 99 depremi mağdurlarına yardım için toplanan paralarla, asgari içşi maaşının altına düşen devlet memur maaşları ödendi. Şimdilerde memur maaşları asgari ücretin iki misline doğru gidiyor ama en fazla Erdoğan düşmanı yine bu güruh içinde yer alıyor.
Yapılan hizmetleri başa vurur gibi saymak istemiyorum... Devlet elbette ki hizmet yapacak ama geçmişte bu hizmetleri yapmak yerine çalanlar vardı; unutmamak gerektiğini anlatıyorum.
Bu üç kamu bankası uzun süre Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a bağlı kaldı. 2018 yılında Berat Albayrak'a devredilince bazıları bayram etmişti. Ama sonuç umdukları gibi olmadı. Berat Albayrak, Enerji Bakanlığındaki yolsuzluklara son verme politikasını Hazine ve Maliye Bakanlığında da, başarmak istedi. Merkez Bankası kararlarının sızdırılmasının önüne geçmek için uğraştı. Bir de aten yüksek faiz karşıtı idi. Çevresinde başarılı olmasını isteyen kimse yoktu, ipi çekikdi. Özetle 2002 öncesinin soygunlarının hayallerine kapılanlar Berat Albayrak'ın kuyusunu kazdı.
Bugünlere geldik... Türev finansal piyasalarda zaten bir kriz bekleniyorken, üzerine pandemi ekonomisi ilave edildi, üzerine savaş ekonomisi yüklendi.
Piyasalar, evet, çok kötü. Ama bu durumda olan sadece Türkiye değil...
Avrupa'da neredeyse hiç bir ülkede güçlü bir hükümet yönetimi kalmadı. Niye? Çünkü ekonomileri sürekli kötüye gidiyor. Borçları sürekli artıyor ve üretimleri sürekli düşüyor.
Türkiye'de ise, üç yanımız savaş ekonomisi ve içimiz hain ekonomistlerle dolu olduğu halde büyüme sürüyor, borçlarımız Avrupa'dakiler gibi gelirimiz kadar veya daha fazlası değil, gelirimizin kabul edilebilir yarısı seviyesinde olduğu için nisbeten rahatız. Üretimin sürekliliği ivme kazanıyor ve kaynaklarımızı her geçen gün daha verimli kullanıyoruz.
Hırsızlık, gasp, soygun, çalmak ve çırpmak dün de vardı, çok daha önce asrı saadet denilen dönemlerde de vardı... İnsan varsa bunlar hep olur. Ama makro politika anlamında Recep Tayyip Erdoğan ve ekibi eğer hırsızlık yapmak isteseydi, çalardı, yapardı.
Bakın makro ekonomi anlamında diyorum; çalmadı, hırsızlık yapmadı.
Şimdi uzun bir süredir çalamayanlar ve hırsızlık yapamayanlar, kendileri çalamadıkları ve hırsızlık yapamadıkları için bu sözü söylüyorsa, uyanık olmak lazım... İnsan ne ederse kendisine eder.