Küfür kelimesi, imanın zıddıdır. Kâfirin dünyası karanlıklarla doludur. Zira küfür, insanın Allah'a olan intisabını keser, atar. Allah ile bağını koparan insan ise, hem kalbinde hem ruhunda hem aklında zulmetler içinde yaşar. Kur'an, kâfirlerin dünyasını şöyle anlatır:
"Onların amelleri okyanustaki karanlıklar gibidir. Okyanusu bir dalga bürümekte, onun peşinden bir başka dalga gelmekte. Onun da fevkinde bulut var. Böylece üstüste zulümatlar (karanlıklar)... Öyle ki, elini çıkarsa, nerdeyse onu bile göremeyecek." (Nur, 24/40)
Küfür, bütün varlıklara karşı bir hakarettir. Çünkü her varlık Allah'a ibadet eder. Her birisi Rabbani bir mektup, Sübhani birer ayine ve Allah'a birer memurdur. Küfür, bu cihetleri örtüp gizlediğinden ve onları abesiyet ve tesadüfün oyuncağı derekesine indirdiğinden hadsiz bir cinayet olup, nihayetsiz bir cezayı, ebedi cehennemde kalmayı gerektirir.
İnsanda bulunan duygu ve özellikler, ya aynıyla ya da zıddıyla bize Allahı tanıttırmaktadır. Mesela, insana görme ve işitme özelliği verilmiştir. Bundan anlaşılır ki Allah her şeyi gören ve işitendir. Ancak onun işitmesi bizim gibi değildir. Bizde bulunan bu özelliklerle biliriz ki Allah görür ve işitir. Ancak biz bu görme ve işitmenin mahiyetini anlayamayız. İnsanoğlu o sınırlı aklıyla sonsuz kemalde olan ilahî sıfatları tam mânâsıyla idrak etmekten çok uzaktır. Sonsuz aciz olan insanın, sonsuz bir kudreti kavraması elbette mümkün değildir. Akıl, ancak bu kudretin varlığını tasdik eder ve icraatlarına hayran olur.
Sonsuz kudret tecellilerini hayretle seyreden insanın, aynı tavrını sonsuz ilim ve hikmet karşısında da göstermesi gerekirken, bunu birçok kişinin başaramadığı görülür. Araya nefis girer, hissiyat girer, bilgi eksikliği ve aklın zafiyeti girer. Ve insan, hikmetini anlayamadığı ilâhî icraatlar karşısında teslim ve tevekkül yerine, itiraz ve isyan yoluna girebilir.
Allah, insana bir irade sıfatı vermiş ve dünya imtihanının bir gereği olarak, onu dilediği yola gitmekte serbest bırakmıştır. İrademiz, Allah’ın irade sıfatını bilip ona iman etmekte bizim için çok önemli bir sermayedir.
Şu kâinatın ve içindeki varlıkların Sanii olan Cenab-ı Hak, şu kâinatı çok ciddi gayeler için yaratmıştır. Kur'an bunu şöyle bildirir:
"Biz göğü, yeri ve bu ikisi arasında olanları oyun olsun diye yaratmadık." (Enbiya, 21/16)
"Göğü, yeri ve bu ikisi arasında olanları boşuna yaratmadık." (Sad, 38/27)
Bütün varlıklar, kendilerine mahsus dillerle Yüce Yaratıcıyı tesbih ve takdis ederler. Kendilerine tevdi edilen görevleri büyük bir zevk ve şevkle yerine getirirler. Mesela, güneş bir saniye bile geri kalmadan kendine çizilen yörüngede yoluna devam eder. Irmaklar bir cuşuhuruşla denizlere doğru akar. İnsanın emrine verilen hayvanlar tam bir itaatle ona hizmet eder.
İlahi emirleri yerine getiren bu varlıklar içinde, insanlar ve cinler farklı bir konuma sahiptirler. Gerçi onlar da
"Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım."(Zariyat, 51/56)
ayetinin hükmünce ibadetle mükelleftirler. Fakat bunu yapıp yapmamakta serbesttirler.
İnsan ve cinlerin bu farklı konumu, onlara verilen iradeden kaynaklanır. Onlar bu irade ile imanı veya küfrü, iyiyi veya kötüyü, güzeli veya çirkini, itaati veya isyanı... seçebilirler. Cenab-ı Hak bunu şöyle bildirir:
"De ki: Rabbinizden size hak (gerçek) gelmiştir. Artık dileyen inansın, dileyen inkâr etsin." (Kehf, 18/29)
"Biz ona (insana) yolu gösterdik. İster şükreder, isterse nankörlük yapar." (İnsan, 76/3)
Arzın halifesi olan insanın, büyük ve küçük her ameli görevli melekler tarafından kaydedilmektedir. Kur'an bunu şöyle bildirir:
"Üzerinizde koruyucu, kiramen katibin (değerli yazıcı) melekler var. Bunlar, siz ne yaparsanız hepsini bilirler." (İnfitar, 82/10-12)
"İnsanı biz yarattık, nefsinin ona ne vesvese verdiğini biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. İnsanın sağında ve solunda iki melek oturmuş kayıt alırlar. Her ne söz söylerse, mutlaka onun yanında hazır bir gözcü vardır." (Kaf, 50/16-18)
İnsanın, ehemmiyetli rütbesi ve dünyada yaptıklarının karşılığını (ebedi cennet veya ebedi cehennem olarak) diğer alemde görecek olması, böyle bir kitabeti gerektirir. Nasıl ki medya mensupları sıradan bir vatandaşın peşinde dolaşmazlar; ama, başbakan gibi yüksek bir mevkide olanı gölge gibi izler, her yaptığına dikkat eder, ağzından her çıkanı kaydederler. Onun gibi, arzın halifesi olan insanın her yaptığı meleklerce yazılır, her söylediği kaydedilir.
Şu yeryüzü sahnesinde her yaptığının meleklerce kaydedildiğini bilen insan, "Ben başıboş değilim ve vazifedar bir yolcuyum." der, iyi poz vermeye çalışır. Ve kulaklarında hep şu İlahi hatırlatmalar çınlar:
"İnsan başıboş bırakılacağını mı sanıyor?" (Kıyame, 75/36)
"Yoksa siz, bizim sizi abes / boşuna yarattığımızı ve bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız?" (Müminun, 23/115)