Abdülhâlık Gucdüvânî Hazretleri’nin tasavvuf ilmine kazandırdığı ve insanın mânevî gelişiminden çok önemli prensipler olarak bilinen “on bir esası”:
Abdülhâlık Gucdüvânî büyük velîlerden öğrendiği ve bizzat tecrübe ettiği bu terbiye usûllerini on bir temel prensiple ortaya koymuştur. Bu prensipler, her müslüman için mânevî gelişim noktasında hedef olarak belirlenecek ahlâkî güzelliklerdir. Bütün hak yolcuları için lâzım olan mânevî usûllerdir. Onlar zikrin meyveleridir, güzel terbiyenin sonuçlarıdır. Zikir âyetlerinin tefsiridir. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in devamlı zikir hâlinin açıklamasıdır. “Halk içinde Hak ile olma” sünnetinin her dönemde yaşanmasıdır.
Ârifler, kâmil mürşidler, onları bizzat yaşamışlar ve bizlere örnek olarak göstermişlerdir. Bu usuller şunlardır:
Vukûf-i Zamânî: Yaşanan her ânın farkında olmaktır. Hak yolcusu, her ânını kontrol etmelidir. O, zaman içinde kendisine gereken en hayırlı amelin ne olduğunu bilmeli ve o ameli yapmalıdır.
Vukûf-i Adedî: Çektiği zikrin farkında olmak, adedi korumaktır. Hak yolcusu, zikrin sayısına dikkat etmelidir. Zikri, öğretilen edebe uygun yapmalıdır.
Vukûf-i Kalbî: Kalbi zikirde toplamak ve bütünüyle zikrettiği varlığa bağlanmaktır.
Nazar ber kadem: Gözün ayağın üzerinde olmasıdır. Hak yolcusu, yürürken devamlı önüne bakmalı, hep kendi işi ile meşgul olmalıdır. Gözünü haramdan ve kalbini karıştıracak şeylerden korumalıdır.
Hûş der dem: Her nefes alış verişinde uyanık bulunmak, gaflette olmamaktır. Hak yolcusu her nefesini Allah ile huzur ve uyanıklık içinde alıp vermelidir. Bütün vakitlerini bir çeşit ibadet ve taat içinde geçirmelidir.
Sefer der vatan: Halktan kaçıp Hakk’a gitmektir. Hak yolcusu, devamlı seyir ve sefer hâlindedir. Gidilecek yer Cennet’tir, aranacak şey, ilâhî rızâdır.
Halvet der encümen: Halkın arasında iken Cenâb-ı Hak ile beraber olmaktır. Buna, zâhiri halk, bâtını Hak ile olmak denir. Hak yolcusunun kalbi, ilâhî zikrin tadıyla dolu olmalı ve her şeyi zikre vesîle etmelidir. Varlıklar kalbe perde yapılmamalı, her şey değerine göre yerine konulmalıdır.
Yâd-kerd: Murâkabe durumuna geldikten sonra “lâ ilâhe illâllah” zikriyle meşgul olmak, tevhîdin mânâsına ulaşmak, devamlı Yüce Allâh’ı hatırda tutmak, kalp ile dilin zikrini birleştirmektir.
Bâz-geşt: Dönüş demektir. Bununla anlatılmak istenen; “Nefy u isbat” yani “lâ ilâhe illâllah” zikrini çekerken, nefesi serbest bırakma ânında, bütün hayalini şu cümlenin mânâsında toplamaktır: “İlâhî ente maksûdî ve rızâke matlûbî” (Ey Allâh’ım! Bu zikirden asıl maksadım Sen’sin. Tek isteğim, Senin rızândır.) demektir.
Nigâh-dâşt: Hak yolcusu, zikir esnasında kalbine sahip olmalıdır. Zikir esnasında nefy u isbâtın mânâsını düşünmeli, kalbini nefsânî düşünce ve endişelerden korumalıdır.
Yâd-dâşt: Anmak, hiç unutmamak, devamlı zikretmektir. Hak yolcusu, her ân ve mekânda Cenâb-ı Hak ile beraber olmalıdır. İlâhî huzur ve beraberlik hâlinden hiç ayrılmamalıdır. Bütün eşyada ilâhî tecellîleri müşâhede ile kalbini uyanık tutmalıdır.
Bütün bu ifade edilenler, sâlih mü’minlerin vasıflarıdır. Onlar, yaşanmış ve ehlince yaşanmaya devam edilen mânevî hâllerdir. Bir mü’min için Yüce Allâh’ı zikirden ve hayatın her safhasında O’nunla beraber olduğunu fark etmekten daha kıymetli, daha tatlı, daha kârlı hangi iş vardır? O hâlde, neticesi ebedî nîmetler olan bu güzel hâli elde etmenin yoluna düşmeli, bu yolun esaslarını bilmeli ve yaşamalıyız.
Allah Teâlâ, kendisine yöneldiğimiz bu mübârek yolun menzillerini kat edebilmeyi, lûtuf ve ihsânıyla hepimize ikrâm eylesin. Bizleri rızâsıyla mükâfatlandırsın ve cemâliyle müşerref kılsın. Âmîn.