Peygamber Efendimizze birisi gelmiş ve “İslâm’a girdikten sonra Allah katında en sevimli amel hangisidir”demiş. Rasûlüllah (s.a), o kişiye: “Vaktinde kılınan namazdır. Kim ki bilerek namazı terk ederse onun dini yoktur, çünkü namaz dinin direğidir.”[Acluni, Keşf’ül-Hafâ, II/31].
‘Sahabe, Rasulüllah’tan böyle öğrendiği için, namazı kılmamanın dışında bir ameli terk etmeyi küfür olarak görmemişlerdir’ [Tirmizi, Salat, had.no: 2622].
Hz. Ömer şöyle demiştir: “Namazı terk eden bir kişinin İslâm’dan (zerre kadar) nasibi yoktur.” [Abdürrezzak, Musannef, III/125].
“Namazı hafife alan ve ona gereken değeri vermeyen İslâm’ı da hafife alıyor ve değer vermiyor demektir. Bir insanın İslâm’dan nasibi, namazdan aldığı nasip kadardır. İslâm’a olan rağbeti de namaza olan rağbeti kadardır.” [İbn Kayyim, es-Salatü ve Hukmü Târikihâ, s.19] sözü de yine Hz. Ömer’e aittir… Nebevi ifadede, “Namaz, kişi ile küfür arasındaki perdedir. Namazı terk eden perdeyi kaldırmış/yırtmış olur”[Ebu Davud, Sünnet 15].
‘Vaktinde kılınan namazın, ana-babaya en güzel ve nezaketlice davranmanın ve Allah yolunda cihad etmenin en faziletli amel’ [Ahmed, Müsned, had.no: 4285] olduğunu belirten Peygamberimiz (s.a), “Namaz, cennetin anahtarıdır”müjdesini vermiştir [Süyuti, Cami’us-Sağîr, II/501].
Bu bağlamda Rasulüllah’ın (s.a) şu hadisi çok önemlidir: “Allah beş vakit namazı Müslümanlara farz kılmıştır. Kim bu namazları hiçbir rüknünü zayi etmeksizin hakkıyla kılarsa, onun cennetlik olacağına dair Allah’ın ahdi vardır. Fakat beş vakit namazı kılmayan kimsenin cennete gireceğine dair Allah’ın bir ahdi yoktur. Dilerse azap eder, dilerse affeder ve cennetine girdirir.”[Ebu Davud, Salat 337].
Bütün bu öneminden dolayı, bir kimse Müslüman olduğunda Peygamberimiz (s.a), o kişiye ilk önce namazı öğretmiştir [Heysemi, Mecma‘uz-Zevaid, I/293].
Namaz kılmak, kişinin Müslümanlığı ikrar edip dünyada ait olduğu yeri belirlemesine karar vermesidir… Dünyada namaz kılmayanların; saf tutacakları yeri belirlemeyenlerin ahirette beraber olacakları grupları Peygamberimiz şöyle ifade buyurmuştur: “Kim ki (beş vakit namazı) düzenli kılacak olursa, eda ettiği bu namaz onun için (sıratta yolunu aydınlatan) bir nûr, Müslümanlığına bir kanıtve kıyamet gününde cehennemden kurtuluşuna vesile olur. (Beş vakit) namazı düzenli kılmayan için ne bir nur, ne Müslümanlığına kanıt, ne de cehennemden kurtuluş vardır.
Namazlarını düzenli ve tam kılmayanlar kıyamet gününde Karun, Firavun, Haman ve (Rasulüllah döneminiz azılı din düşmanı) Übeyy b. Halefile beraber (haşr) olacaklardır.” [Ahmed, Müsned, II/169; Darimi, Rikak 13]
Hz. Ömer vurulup kan kaybından bayılmıştı. Namazın vakti daralınca orada hazır bulunanlardan biri, “namaz geçiyor” dedi. Ömer (r.a) silkinerek uyandı ve kanlar içerisinde sabah namazını vaktinde kıldı [Malik, Muvatta, Taharet 12]. Hz. Ömer’i (r.a) bu zor durumda namazı edaya sevk eden şey; Firavun’la haşir olma korkusudur. Bu korkunun her Müslümanda olması gerekmez mi?
Peygamberimizin; “İnsanlarla, Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun kulu ve elçisidir şeklinde şehadet edinceye, namazlarını ikame edip zekâtlarını verinceye kadar savaşmakla emir olundum” [Ahmed, Müsned, had.no: 8525] buyruğu, namaz kılmayanların dinle olan bağlarının kesilmesine bağlı irat edilmiştir.
Dolayısıyla bu ve yukarıdaki rivayetleri tartışma konusu yapmanın gereği yoktur. Erdemli Müslümanlar bilirler ki “Allah ve Rasulü bir şeye karar verdikleri zaman Müslümanlar için seçme hakkı yoktur.” [Ahzab 33/36] Hakka ve hakikate teslim olmak vardır.