Arapçada Tevbe; (tevb, metab) geri dönmek,rücu etmek, dönüş yapmak anlamındadır. “Dinde yerilmiş şeyleri terk edip övgüye layık olanlara yönelme” biçiminde tanımlanır. Tevbe kavramı Allah'ın nispet edildiğinde “kulun tevbesini kabul edip lütuf ve ihsan ile ona yönelmesi” manasına gelir. Kur'an-ı Kerim'de tevbe kavramı 88 yerde geçmekte 35 yerde Allah'a nispet edilmekte, diğer yerlerde ise insana nispet edilmektedir. (T.D.V İslam Ansiklopedisi, c.41,s.279-280)
İstiğfar(Mağfiret); Sözlükte “örtmek, gizlemek birinin kusurunu ifşa etmeyip bağışlamak” manasına gelir ( gafr, gufran) kökünden türemiştir. Allah'a nispet edildiğinde “kulun günahını örtüp kusurunu bağışlaması” anlamına gelir. İstiğfar: “kulun kusurunu bağışlanması Allah'tan talep etmesi” demektir. (T.D.V İslam Ansiklopedisi, c.27,s.313-314) Bu talebin hem söz hem de fiille olması gerekir. Aksi durum kişiyi yalancı durumuna düşürür.
Tevbe; kulun yaptığı hatanın farkına varması ve o hatalı tavırdan, günahtan dönüş yapmasıdır. Hatanın, günahın farkına varmak onu düzeltip bir daha tekrar edilmemesi için elde edilen bir farkındalık durumudur. Manevi bir hastalığın teşhisinin manevi olarak yapılmasıdır. Yanlış yaptığı, hata ettiği, günaha girdiği, düşüncesine sahip olmayan, bu hususta farkındalığı oluşmamış kişinin, düzelmesine de imkan yoktur. Bu farkındalık durumu oluştuktan sonra, hatanın, işlenen günahın kimin koyduğu kurala karşı yapıldığını düşünme süreci başlar. Kanun koyucu (Şari-i mutlak) Hazreti Allah olduğu sonucuna ulaştığında ise kendini affettirme süreci başlayacaktır.
Kulun Allah'ın koyduğu kuralları, günah denilen kanun bozucularla ihlal ettiği düşüncesine sahip olması onu kanunun koyucudan özür ve bağışlanma dilemeye itecektir. Bu da istiğfardan başka bir şey değildir. Günahın küçük ya da büyük olmasından öte, kime karşı yapıldığı düşüncesi kulun acziyetini, muhtaçlığını ve günahkarlığını fark edip kendini affettirmek için Allah’a olan mağfiret ve af talebini perçinleyecektir.
Allahu Teala da tevbesini ortaya koymuş kendini affettirmek için fiili ve kavli bir davranış kalıbını benimsemiş kuluna adeta Zümer Suresi 57. ayeti ile “De ki : “Ey kendi aleyhlerine olarak günahta haddi aşan kullarım! Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Allah (dilerse) bütün günahları bağışlar; doğrusu O çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.” seslenerek gönlüne inşirah ve ümit yağmurları serpiştirmiştir.
Rahmeti gadabını geçen Hz. Allah kullarının günaha düştükten sonra hemen tevbe etmelerini, kendisinden başka kimsenin de günahlarını bağışlayamayacağını “Onlar, bir kötülük yaptıkları veya kendilerine zulmettikleri zaman, Allâh’ı hatırlayıp günahlarından dolayı hemen tövbe ve istiğfar ederler. Zaten günahları Allah’tan başka kim bağışlayabilir ki! Bir de onlar işledikleri günahta bile bile ısrar etmezler.”(Ali İmran,135) ayeti ile ifade buyurmuştur.
Bütün bunlardan sonra tevbe ile ilgili ayet ve hadisler, şartları yerine getirilerek yapılan tövbenin kabul olabileceğine işaret ettiğinden, alimler, tövbenin makbul olmasının şartlarını şöyle belirtmişlerdir;
a- İşlenen günahtan dolayı kalben pişmanlık duymak.
b - Günahı terk etmek.
c - Günahı bir daha işlememeye kesin karar vermek.
d - Günahı itiraf edip çokça istiğfar etmek.
e - Eğer işlenen günah, insan hakkına müteallik ise, hak sahibiyle helalleşmek.