Kazâ ve kadere iman, her şeyin Allah'ın takdirine bağlı bulunduğuna işaret eden âyetlerin yanı sıra ilâhî ilmin, olmuş ve olacak tüm varlık ve olayları kuşattığını belirten âyetlerde ısrarla vurgulanmıştır. Hz. Peygamber de bazı meşhur hadislerinde kadere imanı bir iman esası olarak açıklamıştır.
Kader konusu ile ilgili bazı âyetlerin meâli şöyledir:
"...O'nun katında her şey bir ölçü (miktar) iledir." (Ra‘d,8)
"...Her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mukadderatını tayin eden Allah, yüceler yücesidir." (Furkan,2)
"De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez..." (Tevbe,51)
Bu âyetlerden başka Allah'ın her şeyin yaratıcısı olduğunu, dilediğini sapıklığa sevkedip, dilediğini hidayete erdirdiğini, insanlar arasında ölümü O'nun takdir ettiğini bildiren âyetler de kapsam açısından kâinatta her şeyin belli bir kadere bağlı bulunduğu, bunun da Allah Teâlâ tarafından belirlendiği sonucunu ortaya çıkarmaktadır.
Hz. Peygamber de Cibrîl hadisi diye bilinen hadiste açıklandığı gibi, kadere imanı iman esasları arasında saymıştır. Bu hadiste geçtiğine göre Cebrâil (a.s.) Peygamberimiz’e:
“İman nedir?” diye sormuş, o da:
“Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe, hayır ve şerriyle kadere inanmandır” cevabını vermiştir. (Müslim, “Îmân”, 1; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 15; İbn Mâce, “Mukaddime”, 9)
Kaderin bir ilâhî sır oluşunu ve insanlar tarafından gerçek anlamda çözülmesinin imkânsızlığını göz önünde bulunduran Hz. Peygamber kader konusunu tartışan ashabını uyararak şöyle buyurmuştur:
"Siz bununla mı emrolundunuz? Veya ben bunun için mi peygamber olarak gönderildim? Şunu biliniz ki sizden önceki ümmetler bu tür tartışmalara başladıkları zaman helâk olmuşlardır. Böyle tartışmalara girmemelisiniz." (Tirmizî, “Kader”, 1)
“Allah’ın Kaderinden Yine Allah’ın Kaderine Kaçıyorum”
“Ya Ömer! Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” sorusuna Hz. Ömer’in (r.a.) verdiği cevap.
Hazret-i Ömer radıyallahu anh bir yolculuktayken, gitmek üzere oldukları Şam’da salgın hastalık zuhûr ettiğini haber alınca gerekli istişâreler netîcesinde Şam’a gitmekten vazgeçmiştir. Aslında Cenâb-ı Hakk’ın ve Hazret-i Peygamber’in sallallahu aleyhi ve sellem emrine daha muvâfık olan bu ihtiyat ve tedbir karşısında sahâbeden Ebû Ubeyde bin Cerrah radıyallahu anh, Hazret-i Ömer’e radıyallahu anh:
“–Allâh’ın kaderinden mi kaçıyorsun?” diye sormuş, Hazret-i Ömer radıyallahu anh ise, o âlim ve fâzıl sahâbîden böyle bir suâli beklemediği için:
“–Keşke bunu senden başkası söyleseydi ey Ebû Ubeyde! Evet, Allâh’ın kaderinden, yine Allâh’ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin, senin develerin olsa da bir tarafı verimli, diğer tarafı çorak bir vâdiye inseler ve sen verimli yerde otlatsan Allâh’ın kaderiyle otlatmış; çorak yerde otlatsan yine Allâh’ın kaderiyle otlatmış olmaz mıydın?” (Buhârî, Tıb, 30)
Kadere iman sorumsuzluk değildir
Kadere iman, sorumluluklarımızdan kaçıp, bütün suçu kadere yüklemek demek değildir. Örneğin cinayetten yatan bir adam kendini “kader kurbanı” diye sunuyor. Oysa, herkese verilmiş bir irade var. Doğruyu-yanlışı seçebilme hürriyeti sunan bu seçme hakkı aynı zamanda bizlere sorumluluk yüklüyor.
Ya da herşeyi Şeytana yükleme kolaycılığı var halk arasında. Oysa Şeytan kimseyi kolundan tutup meyhaneye götürmez. Şeytanın işi durmadan fısıldamak, nefsin işi daima boş ve dünyevi işlerin peşinden koşmayı isteyip durmaktır.
Kaderi tedbirle birlikte düşünmek gerekir aynı zamanda.
Çünkü, bir sırdan ibaret olan kaderimizde ne olduğunu bilmiyoruz.
Bu durumda kula düşen gayrettir, sahip olduğu ilim çerçevesinde gerekli tedbiri alıp, sonra da Yüce Yaradana teslimiyet göstermesidir.