Kadın bedeni ne zaman sadece kadına ait oldu ki? Doğurması, doğurmaması, nasıl doğuracağı, ne zaman emzireceği, kaç çocuk yapacağı… Yıllardır bedenimiz hakkında herkes konuşuyor, bir tek biz susturuluyoruz. Ve doğum gibi en kişisel, en bedensel deneyim bile bugün hâlâ politik müdahalelerin odağında.
O yüzden bu yazı sezaryen mi, normal doğum mu tartışması yapmayacak. Çünkü asıl mesele bu değil. Asıl mesele, doğumun kadının bedeni üzerinde hak iddia etmenin meşru aracı hâline getirilmiş olması. Oysa biz artık başka bir şey konuşmak istiyoruz: Kadın bedenine gerçekten saygılı, sağlıklı, onurlu doğum koşulları.
“Normal doğum”u teşvik edebilirsiniz, evet. Ama bu teşvik kadını zorlamadan, baskılamadan, korkutmadan, bilgilendirerek, destekleyerek yapılmalı. Kadınların doğuma hazırlanabilecekleri, bedenlerini tanıyabilecekleri, hareket özgürlüğü içinde kendilerini güvende hissedecekleri alanlar kurulmalı. Bugün hâlâ hamilelik sürecinde destekleyici spor ya da gevşeme aktiviteleri sunan kamusal kurumlar yok denecek kadar az. Neden? Çünkü doğum hâlâ sadece medikal bir olay olarak görülüyor, kadının duygusal ve bedensel deneyimi yok sayılıyor.
Hamile kadınlara ücretsiz vitamin ve gıda takviyesi verilmesi bir lütuf değil, bir haktır. Ama bu hakkın bile çoğu zaman sadece “sağlıklı bebek” motivasyonuyla sunulması düşündürücü. Kadının sağlığı, refahı, iyi olma hâli neden sadece anne olduğunda kıymetli oluyor?
Peki ya doğumdan sonra? Emziren annelerin desteklenmesi, süt izni gibi uygulamalar neden hâlâ sınırlı ve geçici politikalarla yürütülüyor? Neden iş yaşamı hâlâ anne olan kadını cezalandıran, ona “ya iş ya çocuk” arasında bir seçim dayatan bir sistem üzerine kurulu? Eğer doğum “teşvik” ediliyorsa, annelik de sistematik olarak desteklenmeli. Kadınların annelik dolayısıyla kariyerlerinden geri kalmaması, iş yüklerinin sosyal devlet anlayışıyla paylaşılması bir lütuf değil, toplumsal bir sorumluluktur.
Şehirlerin bile annelere göre tasarlanmadığı bir düzende kadınlara “doğurun” demek, yalnızca gürültülü bir çelişki. Bebek arabasıyla ulaşım araçlarına binmenin çilesini yaşamayan, bir tuvalette alt değiştirme yeri bulmak için saatlerce dolaşmayan, kreşlerin mahalle aralarına değil, kadınların hayatlarının merkezine yerleşmediğini bilmeyen biri bu konuda söz söylememeli. Şehirler kadınlara göre değil. Hele annelere hiç değil. Oysa doğumu teşvik etmek istiyorsak, önce yaşamı kadınlara göre kurmalıyız.
Devlet hastanelerinde doğum koşulları da başlı başına bir sorun. Kadınlar hâlâ sırt üstü yatırılarak, bedenin doğal akışına aykırı pozisyonlarda doğum yapmak zorunda bırakılıyor. Hareket etmelerine, ağrılarını hafifletmek için pozisyon değiştirmelerine izin verilmiyor. Doğum sırasında bir kadın kendi bedenini yönetemiyorsa, bu yalnızca tıbbi değil, politik bir meseledir. Bu, kadının bedenine duyulan sistematik güvensizliğin ve otoritenin bedeni denetleme arzusunun bir sonucudur.
Evde doğum, suda doğum gibi seçenekler ise “marjinal” ya da “tehlikeli” olarak kodlanıyor. Kadının kendi bedenine dair karar verme kapasitesine güvensizlik öyle köklü ki, sistem dışı her ihtimal suç gibi görülüyor. Oysa doğum seçeneklerinin çeşitlenmesi, doğumun öznesi olan kadına saygı göstermenin ilk adımıdır. “Vajinal doğuma normal diyebilmek için çeşitlerin artırılması” talebi aslında şunu söylüyor: Normal olan doğum değil, kadının iradesidir.
Kadının doğumunu da doğurmamasını da denetlemek isteyen sistem, “doğurtmak” fiilinde saklı. Kadın bedeninin her evresi – reglinden doğumuna, emzirmesinden menopozuna – kontrol edilmek isteniyor. Ve tüm bu kontrol, “kadın sağlığı” adı altında aklanıyor. Oysa biz sağlıktan değil, itaati sağlamlaştırmaktan bahsediyoruz.
Gerçekten “normal” olan bir doğumdan söz edeceksek, bunun merkezine kadının onurunu, iradesini ve bilgilenme hakkını koymak zorundayız. Kadınlar korkmadan, yalnız bırakılmadan, bedenlerine saygı duyularak doğurmalı. Seçeneklerle, destekle, insanca. Yani aslında yapılması gereken çok basit: Kadının bedenine karışmayın. Ama karışmamak yetmez, destekleyin. Çünkü doğum bir prosedür değil, bir deneyimdir. Ve bu deneyimi sahiplenmesi gereken ilk kişi kadının kendisidir.